6 Eylül 2012 Perşembe

Dürüstlük, Gerçek ve Özgürlük İlişkisi

Amerika'nın ve burada yaşayan insanların en sevdiğim özelliklerinden biri; gerçekten özgürce hareket edebilme duyguları ile yetişiyor olmaları...

İstisnaları mutlaka olacaktır, ama ben burada pijamalarımla bir parkta oturup meraklı gözlerin hapsi altında kalmadan rahatlıkla kitabımı okuyabiliyorum ve kimse de bu halimi yadırgamıyor. "Deli mi bu ne giymiş, böyle sokağa çıkılır mı?" diye aklından geçirmiyor bile. İnsanların zihnini okuyamam, ancak çuval bile giyip sokağa çıksam; kimsenin umurunda olacağını sanmıyorum. Olsa bile yargılayıcı bakışlara maruz kalmayacağımı hissediyorum.

Ki bu da bence muhteşem bir duygu...

Başkalarının özgürlüğünü engellemediğin sürece, gerçekten özgür olabilmek. 

Peki ya siz hiç kendinizi gerçekten özgür hissedip hissetmediğinizi düşündünüz mü? Yada kendinizi en son ne zaman özgür hissettiniz? Kararlarınızı gönül rahatlığı ile verip, kimse ne düşünür veya ne der diye kafanıza takmadınız?

Sadece çılgınca birkaç aktivite denemiş olmak, bungee-jumping yapmak, yasak bir aşk yaşamak veya kafanıza estiğinde sırt çantanızı alıp bir yere seyahate çıkmak gerçek bir özgürlük müdür? Yoksa bunlar insanın içinde duyduğu özgürlüğün sadece gerçek hayata yansıması mıdır? Belki de aslında tamamen insanın kendini özgür olduğuna inandırmak için yaptığı kandırmacalardan ibarettir. Olamaz mı?

Genelleme yapmayı sevmemekle beraber, gerçekten özgür olmak ve kendini özgür hissetmek isteyen okuyucularım için naçizane birkaç fikrimi paylaşmak istiyorum. 

Bir evliya, derviş veya keşiş olmadığım aşikar ancak dikkate alırsanız sizi rahatlatacağına gönülden inanıyorum... 

İşte hikayem:

Dün kendimi çok "özgür" hissettiğim anların birinde Mountain View'da bir kitapçıya daldım, ve tesadüfen bir kitap satın aldım. Şansıma tam da aradığım kitabı bulduğumu şu anda anlıyorum; Buddhism Is Not What You Think, by Steve Hagen.  

Evet, kalemim de kitabımla çok uyumlu, biliyorum :)

Kitap 3 bölümden oluşuyor ve giriş bölümünde "Muddy Water" yazar okuyucuları kendilerinden başka hiç birşeye itimat etmemeye ve düşüncelere saplanıp kalmamaya çağırıyor. (2. ve 3. bölümleri ilerleyen yazılarımda paylaşacağım)

Düşüncelere saplanıp kalmamak derken peki neyi kastediyoruz?

- Özgür olacağım diye tutturmamak, bir konuya takıntılı olmamak, isteklerim gerçekleşecek diye sürekli kafayı buna takmamak.
- Gerçekleri ararken olaylara hesap kitap yaparak veya yorum katarak yaklaşmamak. Herşeyi olduğu gibi görmeye çalışmak.
- Etrafınıza farkındalıkla yaklaşmak. Duyularınızı açık tutmak... Aslında bu noktada çok da güzel bir örnek veriyor yazar... 

Diyelim ki sabah işe geldiniz ve çay ocağına telefon edip "Kalkan Toplantı odasına bir bardak çay alabilir miyim acaba?" dediniz. Günlük hayatınızda çay geldiğinde ne düşünürsünüz? Altı üstü bir bardak çay dersiniz ve anında hüpletmeye başlarsınız değil mi? Ben de dahil olmak üzere eminim bir çoğumuz böyle yaparız. 

Ancak gerçekte, biraz daha duyularımızı uyandırabilir ve farkındalığımızı arttırabilirsek; o bir bardak çayın aslında yanlızca bir bardak çay olmadığını anlayabiliriz... O çay belki de; Rize'nin yeşil dağlarında, nemli toprağında ve sağnak yağmurlarının altında yetişmiş çay yapraklarının binbir zorluk, mutluluk veya kederle toplanıp işlenmesinden sonra size gelmiş olamaz mı? O çayı pişiren kişinin emeğini ve o çaya şeklini veren bardağın yapımındaki süreci es geçip, "altı üstü bir çay" demek dünyaya ve tüm bu insanlara yapılan bir haksızlık olmuyor mu? Bu kadar duyarsızca oluşan tüketimin aslında insanı doyurmadığı da aşikar değil mi? 

Çok abartacak veya beylik laflar edecek değilim, fakat kitabın insana farklı bir bakış açısı getirdiği de çok doğru. Üstelik bu farkındalığı yaratırken; insanlardan ve günümüz dünyasından da kendinizi soyutlamamamız gerektiğini altını çizerek söylüyor. 

Tüm bunlardan yola çıkarak asıl konumuza yani özgürlüğe gelecek olursak; özgürlüğün yalnızca dürüst olunarak ve gerçekleri görerek kazanılabileceğine inanıyorum. 

Dürüst olmak ve gerçekleri olduğu gibi görebilmek de ancak insanın içindeki kuşkularını silmesi, olaylara kendi yorumunu katmadan bakabilmesi ve kendi kendine samimi olabilmesi ile sağlanabiliyor. Ki bu da, yazımın başında saydığım fiziksel özgürlüklerden ziyade gerçek ruhsal özgürlük oluyor. 

Elbette ki bunlar bir iki günde, 3-5 kitap okumakla veya bir iki çılgın aktivite yaparak kendinizi kendinize ispat etmeye çalışmanızla olabilecek şeyler değil. Dolayısıyla lütfen kendinizi kandırmayın ve özgürlük duygusunun tamamen kendi içinizde olduğunu unutmayın. 

Eğer gerçekten özgür olmadığınızı hissediyorsanız, kendinize ve çevrenize karşı çoğu zaman dürüst olamadığınızı kabul etmeniz ve kendiniz ile samimi bir şekilde yüzleşebilmeniz bile çok büyük bir adım olacaktır...

Hiç yorum yok: