23 Temmuz 2013 Salı

Aidiyet Duygusu (:



"Sabah güneşi, doğuşuyla etrafa ışık ve tatlı bir sıcaklık yayar. Bu ışık ve sıcaklık doğanın tüm güzelliğinin birbiriyle kaynaşarak muhteşem bir eserin ortaya çıkışını izletir bize...

Doğa bütün renkleriyle birbiriyle uyum içinde hareket eder, hiçbir renk bir diğerini dışlamaz. Hepsi bir diğerini daha güzel gösterebilmek için oradadır. Ve var güçleriyle bu muhteşem tabloyu yaratmak için çalışırlar...

Birbirlerine sahip çıkarak... Uyum içinde güne başlarlar.

Bu gözlem, bu doğa olayı bana, yaşamın olmazsa olmazları içinde gördüğüm ait olmak ve sahiplenmek duygusunu yaşatır.

Bir ülkeye, bir şehre, bir aileye, bir okula, ya da bir derneğe ait olmak... Aidiyet duygusu nedir, sahiplenme nedir sorusuna yanıt aramaya başlamak için kullandığım bir metafor...

Tüm doğa renklerinin kaynaştığı gibi bireylerin de kendisini onların içinde onlardan biri gibi hissedebilmek duygusunun nasıl bir şey olduğunu görebilmek için kullandığım bir metafor...
Ben kendimde aidiyet duygusunun fazlaca olduğunun, hatta bu duygunun, belki şimdi farkediyorum, çocukluğumdan itibaren çok fazla olduğunu düşünüyorum.

Yatılı okula gittiğimde, her an geldiğim küçük ama beni her şeyiyle saran kasabamın taşının toprağının her an gözümde tütmesi bu duygunun güçlü oluşunun bir göstergesi olsa gerek...
Bana arkadaşlarım hep “Ünyeli” ya da “Haznedar” diye seslenirlerdi. Hatta bir gün Ankara’da Sakarya caddesinde dolaşırken o caddede o zamanlar balıkçılar vardı. Arkamdan biri “Ünyeli, Ünyeli” diye sesleniyordu. Beni nereden tanıyorlar acaba diye merakla arkama döndüm, bana hiç kimse bakmıyordu. Etrafıma biraz daha dikkatle baktığımda, balıkçının tezgahında üstünde “Ünyeli” yazan bir kasa hamsi gördüm.

Bu öyle bir ait olma duygusu, kendini o şehre, o aileye ait hissetme. Sen olma... Kimlik...
Bazı insanlar bilirsiniz “emekli olduğumda (sadece havasından suyundan ya da çevre koşullarından dolayı) falanca kasabaya yerleşeceğim” derler.

Ben bu kararı hep kendi kendime sorgularım. Bu insanların ait oldukları bir şehir, bir aile bir arkadaş grubu yok mudur da onları bırakıp, hiçbir bağları olmayan yerlere gidip yerleşecek ve yaşamları boyunca bir yabancı olarak, sonradan gelmiş kişi ya da kişiler olarak yaşamayı göze alabiliyorlar.
Aidiyet duygusu geliştirmedikleri bir yere bireysel yaşamları adına yaptıkları dışında neler verebilirler ki? diye düşünürüm.

Bu davranış, bu düşünce biçimi bir bakıma bağımsız hareket edebilmek, belki de özgürce davranmanın en güzel örneklerinden biri olabilir. Tek başına yaşamın bütün getirilerine ve götürülerine katlanabilmenin işareti olabilir.

Bu da kimi zaman güçlülük gibi değerlendirilebilir. Böyle bir düşünceye hiçbir diyeceğim olamaz. Bu güçlü yanlarıyla belki de kolayca sahiplenebilirler, kim bilebilir...

Bazılarıysa yıllarca gurbetlerde çalışır çabalar yıllarını tüketir ve bir gün özlemini duyduğu kendini ait hissettiği şehrine döner, döner de onu, onun beklediği gibi sahiplenecekler mi? Onlar onun buraya ait olduğunu yeniden görebilecekler mi, ona destek olacaklar mı?

İster aidiyet duygusu deyin, ister ait olma, isterseniz sahip çıkma duygusu, ne derseniz deyin bu bir kimlik tanımıdır ve ona sahip çıkmak yaşam adına gereklidir.

Eğer size sahip çıkılmazsa bir başka anlatımla size “derenin altından çok sular geçti” siz artık buradan değilsiniz düşüncesiyle size sahip çıkmazlarsa, yapmak istediğiniz, vermek istediğiniz (bireysel çıkarlarınız söz konusu olmadığı halde) şeyleri görmezlerse o zaman, bu güne kadar kurmuş olduğunuz kimliğinizle ilgili düşünmeye başlar ve yaralanırsınız.

İnsanlar tek başlarına kaldıklarında çoğu zaman kendilerini güçsüz, iyi işlere başlama ve bitirebilme konusunda umutsuz ve çaresiz hissedebilirler.

Asıl olan, kimlik duygusu, süregelen aidiyet duygusu, bağlar, dostluklar ve birlikte çalışabilmektir. Bir toplumun değişimi, yenilenmesi ve gelişimi için de bu birliktelik gereklidir. Gücün işaretidir. Birlikte başarma insana büyük haz, keyif ve tatmin duygusunu yaşatır.

Çocuklar doğdukları andan başlayarak içinde bulundukları ortamın tutarlı, düzenli ve sürekliliği karşısında güvenli bir ortama doğduğunu, buraya ait olduğunu hissederek büyür.

Bu duygu ona, “ben de güvenilir ve değerliyim ki, benim yaşamım adına gereksinimlerim olan şeyler bana sevgiyle veriliyor, o halde sağlıklı büyüyebileceğimi umut edebilirim.” der.

Umut ve büyüme arzusunu ve dünyaya varlığıyla zenginlik katabileceği duygusunun gelişimine zemin hazırlar. Sahiplenmek ya da sahiplenilmek aidiyet duygusunu yaşayabilmenin ön koşuludur. Sahiplenmek yaşama sıkı sıkıya tutunabilmenin de ön koşuludur.

“Ben bu ülkeye, bu şehre, bu aileye aidim” diyebilmek aidiyet duygusunu yaşayabilmek, bu ülke, bu şehir, bu aile bana sahip çıkacak ve ben yapmak istediğim her şeyin arkasında durabilecek güce ve yetiye sahibim duygusunu yaratır. Böylece güvenle yaşamda yürüyebilir üretken ve yaratıcı olabilirsiniz.

Yaşamın nitelikli birlikteliği, farklılıkların zenginliğini görebilme, doyurucu paylaşım birlikte yaratabilme, bir başka deyişle yaşamın eşsiz güzelliklerini görerek yaşayabilmektir.
İşte böyle bir şeydir aidiyet duygusu, ait olma, sahiplenilme duygusu. Beslenirse yeşerir beslenmese solar.

Gücümüze güç katmak istiyorsak, birlikte büyümek ve gelişmek istiyorsak aidiyet duygusunun gelişmesine, sahiplenme ve sahiplenilmeye olanak sağlayalım ki, etrafımızda yaşayanlar, amaçlarına erişsin ve bizler nitelikli birliktelikleri yaratabilelim..."

Prof. Dr. Ayşe Yalın'ın yazısı bu...

Belki hepimizi neylere, kimlere ve nerelere ait olduğumuzu düşündürtebilir diye sizlerle de paylaşmak istedim. 

Hiç yorum yok: