Erkekler ve kadınlardan oluşan toplulukların mağaralarda ilk kez birlikte yaşamaya başladıklarından bu yana, moda herkesin, hatta tümden yabancıların bile anlayabildiği tek dil olmuştur. "Aynı biçimde giyiniyoruz. Ben sizin kabilenizdenim. Haydi, varlığımızı sürdürebilmek için güçsüzlerin üstüne çullanalım."
Ama bazıları "modanın" herşey olduğuna inanırlar. Zenginlere özgü kabileye üyeliklerini sürüdürebilmek için altı ayda bir ufacık bir ayrıntıyı değiştirmek uğruna bir servet harcarlar. Bilgi teknolojisi sanayisinin milyarderlerinin plastik saatler takıp eski püskü blucinler giydikleri Silikon Vadisi'ne gitseler, dünyanın değiştiğini anlayacaklardır; orada artık herkes aynı toplumsal sınıftanmış gibi görünüyor; artık hiç kimse bir elmasın büyüklüğünü, bir kravatın ya da deri çantanın markasını umursamıyor. Aslında dünyanın bu yöresinde kravatlar ve deri çantalardan eser yok; oysa düşüşte olsa da bir bakıma daha güçlü bir çarkı döndüren ve masumları hala haute couture giysilere, zümrüt gerdanlıklara ve dev limuzinlere inandırmayı başaran Hollywood hemen yanı başında. Ve tüm dergilerde hala bunlar yer aldığna göre, reklamları, işe yaramaz nesnelerin piyasaya sürülmesini, tümden gereksiz yeni akımların icat edilmesini ve farklı markaların hepsi de birbirine benzeyen yüz kremlerinin üretilmesini kapsayan milyarlarca dolarlık bir sanayiyi yok etmeye kim göze alabilir ki?"...
Bu satırlar Paulo Coelho'nun Kazanan Yanlızdır kitabından alıntıdır.
İçinizden 'Bu da yapılır mı canım, moda ve güzellik blogunda modayı yerden yere vuruyor' diye düşünmeyin. Çünkü aslında söyleyeceklerim tam olarak bunlar değil. Aslında yazının beni en çok etkileyen ve değinmek istediğim bölümü; yazarın Silikon Vadisi ile ilgili yaptığı tespitleri oldu...
Ailevi sebeplerden dolayı aksatmadan her yıl San Francisco ve Silikon Vadisi civarına tatile gidiyorum. Ve her gittiğimde bakış açım biraz daha değişiyor. Resmen afallayıp, Türkiye'ye geri dönüyorum.
Neden mi?
Çünkü orada markette pijaması ile alışveriş yapan bir milyarder görebilme ihtimaliniz gayet yüksek. Organik kıyafet giyeceğim diye, Türkiye'de inanın bana üzerine para verseniz giymeyeceğiniz kıyafetleri seve seve giyen insanlar var. En güzel restoranlara düz beyaz tshirtü ve parmak arası terliği ile yemeğe gelen çiftler var. Günlük hayatta insanlar ya üniversitelerinin yada çalıştıkları şirketlerin t-shirt veya sweatshirtlerini giyiyorlar. Giyinmek için ayna karşısında dakikalarını kaybetmedikleri o kadar açık ki. Kimsenin de kimseye, 'ııyyy şuna bak, ne giymiş' dediği yok. Ya da giydiği kıyafetler ile kendini ispatlama çabası yok diyelim.
Bu durum tabi iyi mi kötü mü bilemiyorum ama insanı düşündürdüğüne eminim.
Aslında bu da bir moda ve kendini ifade etme tarzı değil midir? Mesela Steve Jobs sizce yarım boğazlı kazağı ile bir imaj yaratmak istemedi mi? Koskoca Steve Jobs'ın egosu çok düşüktü de, ondan mı o kadar basit giyiniyordu yani? Tabiki de hayır. Hepsi bir stil ve tarz yaratma meselesi. Mesela kimi insanların bilerek ve kasten giyimlerine özen göstermeyi tercih etmediklerine çok çok eminim. Veya daha ulaşılabilir ve çevresindeki insanlara yakın olabilmek için, sade giyinmeye özen gösterenler de vardır...
Peki ya sizler hayatınızda modaya ne kadar düşkünsünüz? Hiç önemsemez misiniz yoksa bağımlısı mısınız? Gelirinizin ne kadarını kıyafetlere, makyaj malzemelerine, kısacası görünüşünüze harcıyorsunuz? Herhangi bir ürün alırken güzelliğinize mi yoksa sağlığınıza mı dikkat ediyorsunuz? Giydiğiniz kıyafetlerin organik olup olmadığını hiç kafanıza takıyor musunuz? Kıyafetine sizin kadar önem vermeyen, çok basit giyinmeyi seven bir sevgiliniz olmasına tahammül edebilir miydiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder